8 Temmuz 2009 Çarşamba

HKPCG – 27 KINALI ADADA DENİZ SEFASI

4 Temmuz 2009 Cumartesi Kınalı Ada'ya yalnız gittim. Geçen yaz sonu Nesrin sayesinde adayı yeniden keşfetmiştim. Deniz hiç de fena değildi. Gene aynı umutlarla vapurdan inip sağ koldan 50 m kadar ilerlediğimde denizde iki kafanın benim tarafıma doğru baktığını ve bana el salladığını gördüm. Nesrin ve adayı bizden çok önce keşfedip sık sık yüzmeye gelen su kuşu yeğeni Işık'tı.

Hemen eşyalarımı yerleştirip attım kendimi suya. Nesrinlerin yanına yüzene kadar buuuz gibi suda yana yakıla kulaç atmaya devam ettim. Soğuk uzun süre kollarımı yakmaya devam etti. Biraz alışır gibi oldum, su da arkadaşlarımla hoş beş ettik ve ama uzun süre kalmadan çıktık. Bu sefer deniz pek güzel değildi. Yine de üç kere girdim çıktım.

Devamında biraz yürüyüş, Bahar Pastanesi'nden güzel bir meyveli pasta ile deniz sefamızı sonlandırıp vapurla Bostancı'ya döndük. Tahminim birkaç hafta içinde deniz suyu hepten ısınmış olur ve temizlik konusunda biraz şüphelerim olsa da geçen yaz sonu gibi keyifle denize gireriz. Aşkın'ın tercihi olan Burgaz Ada da elbette iyi bir alternatif olacaktır.

Bu Temmuz başında HKPCG blogu 2. yılını doldurdu ve bu 3. yazımız. Lunapark gezisini gelenekselleştirmek biraz tuhaf olacağı için yeni bir lunapark gezisi çağrısı yapmadım. İki kere yeter. İlk yıllardaki gibi çok gezi düzenlemiyorum ama hiç belli olmaz arka arkaya yeni gezi duyuruları yapabilirim. Hepinize iyi yazlar dilerim. - Şule

18 Nisan 2009 Cumartesi

HKPCG – 26 HEYBELİADA

Havalar ısınmak bilmeyince ada gezilerini de bu yıl geç yaptık. Aslında ben önceki haftalarda İncilay’ı görmek için Elvan’la birkaç kez Heybeliada’ya gitmiştim. Ama havalar soğuk ve yağışlı olduğundan gezememiştik. Hatta mimoza zamanı, bir ay kadar önce yeni evine taşınmadan evinin bahçesindeki mimozalardan toplamamız için bizi davet etmişti. Geçen sene mimoza görmeye Büyükada’ya gitmiş (bkz. HKPCG’nin 18. Gezisi) ve mimoza ağaç katliamına tanık olmuştuk.

Harika çiçekler, oldum olası sevmişimdir. Ama ilk kez geçen sene mimoza dallarının nereseyse hepsinin yolunduğunu ve adaya dışarıdan gelenlere satmak için can hıraş bir şekilde yarışıldığını görmüştüm. Artık mimoza yolmamaya karar verdim. Satın da almıyorum.

Neyse Heybeli’ye gittiğimizde zaten mimozalar da bitmişti. İncilay bizi iskelede karşıladı. Kapıdan onun evine uğradık, suyumuzu şekerimizi kontrol edip Ruhban Okulu’na doğru yürüyüşe geçtik. Bayır yukarı çıktıkça ısınmaya başladık.

Mine, Yeliz, Volkan ve ben İncilay’ın gösterdiği yabani kuşkonmazları da toplaya toplaya aheste gülbeste yukarı doğru yürüyorduk. Kendine aldığı yeni süper fotoğraf makinesiyle Mine daha sakin daha yavaş harika fotoğraflar çekerken ben bizim ufak dijitalle uçanı kaçanı çekmeye devam ediyordum. Aralarda Mine gözden kayboluyordu. Daha doğrusu fotoğraf çekerken geride kalıyordu. Sohbet ede ede Ruhban Okulu'na vardık. Tabi kapısı kapalıydı.

Ruhban Okulu’na önceden randevu alınarak girilip gezilebiliyormuş. Ama müthiş kütüphanesine giriş için farklı yerden daha özel bir izin almak gerekiyormuş. Bir ara bu konuyu araştırıp okulu gezeriz diye düşündük. İncilay okulun çevresinde bir tur atmayı önerdi.

Her taraf o kadar yeşil, o kadar taze ve güzeldi ki insanın zaten hemen aşağı inesi yoktu. Okulun çevresini gezerken birden ne görelim tırtıl dizisi. Tek tek saydım tam 49 tırtıl tren gibi dizilmişler, gidiyorlar. Bu bir çam tırtılıymış ve böyle içgüdüsel olarak birbirinin peşine takılır gezermiş. Volkan böyle bir tırtıl dizisini çocukluğundan beri görmediğini söyledi, ben ise ilk kez görüyordum. Çok güzeldi. Hepimiz pür dikkat bir süre bunları izledik.

Yavaş yavaş geri dönüş yoluna geçtik. Heybeliada’daki yürüyüş öyle iyi geldi ki, sanki oksijen bizi daha da diriltti. Aşağıya inince ben elmalı ponçik almayı önerdim. O gün aynı zamanda Paskalya idi.

Biraz ponçik, biraz paskalya alıp iskele yakınındaki çay bahçesinde çaylarımızı da söyledik. Afiyetle yedik içtik. Bu bahar adalara birkaç kez gezi düzenleyebilirim. Deniz zamanı da Kınalı’ya yüzmeye gideceğiz. Haberiniz olsun.

HKPCG –25 İZCİ PARKI

İzci Parkı’nda yanlızdım. Ama kesinlikle gittiğime değdi. Otobüsten inip 10 dakikalık yürüyüşten sonra Öğretmenevinin bahçesine vardım. Tahminimden daha kalabalıktı. Zor da olsa bir boş masa buldum.

Öğretmenler, mahalle sakinleri, benim gibi artık o mahallede oturmasa da buranın güzelliğini bilenler gelmiş, bir şeyler yiyip içerek beraberindekilerle sohbet ediyordu. Ben de bir çay ve bir şam kurabiyesi alıp afiyetle yedim içtim, gazetemi okudum. Diğer masalara göz gezdirdiğimde bira ve patates kızartmasının revaçta olduğunu farkettim. Bir daha ki sefer aynısından yapalım diye aklımdan geçirdim. Bizim gezi grubundan gelen giden olmayınca daha fazla oturmanın anlamı kalmadı, yeşile ulaşmalıydım. Yavaş yavaş İzci Parkı’na doğru yürümeye başladım.

Bu yıl ilkbaharı biraz geç yaşamaya başladık. Bildiğiniz gibi son dört aydır yağış olmayan gün sayısı parmakla sayılacak kadar azdı. Havalar ısınmak bilmedi. Ama bu yağışlar kesinlikle bitkileri çoşturdu. Etraf harikaydı. Birçok fotoğraf çektim. Her zaman olduğu gibi kendimi de fotoğraf karelerine sığdırdım. Bir ara uygun bir yükseltiye makinayı koydum, 10 sn.'ye ayarlayıp otomatik olarak kendimi çektim: kollarımı açmış tüm parkı kucaklamıştım.

Hava biraz serindi, terlemekten çekindiğim için aheste adımlarla etrafa seyrederek tüm parkı turladım. Ortada yazları küçük izcilerin kamp kurduğu geniş alanda uçurtma uçuran birkaç kişi ile top oynayan çocukları seyrettim. Yakar top oynayanlar çok eğleniyordu.

İzci Okulu'na yakın bahar ve yaz aylarında güzel pideler de servis yapan çay bahçesinin az aşağısında yer alan futbol sahasında bir hareketlilik vardı. Küçük bir dozerle sanki sahayı düzlüyorlardı. Etrafta daha önce Güvenlik gördüğümü hatırlamıyorum, buraya özel Güvenlik koymuşlar. Bir tanesine yaklaşıp buraya ne yapıyorlar diye sordum. Umarım bozmuyorlardır dedim. Güvenlik görevlisi buraya koşu parkuru yapacaklar dedi. Etrafta "Türkiye" formalı koşucular da gördüm. Bisiklete binenler de vardı.

Bahar bitmeden bir kere daha İzci Parkı'na gelmeye çalışacağım. Burası şehrin göbeğinde harika bir yer. Vakit yaratın, buraya gelin derim...

22 Ocak 2009 Perşembe

HKPCG – 24 TİYATRO (MASKELİLER)

Yeni yılın ilk gezisinde tiyatroya gittik. Önceki tiyatro bileti alma girişimleri kolay olmamıştı. Bu oyuna bilet almam şu şekilde oldu: 11 Ocak 2009 Pazar gününden 5 gün önce öylesine şansımı denemek amacıyla Kadıköy Haldun Taner Sahnesi gişesine gittim. Maskeliler oyunu için sürpriz bir şekilde önlerden yan yana 8 kişilik yer olduğu görünce hemen biletleri aldım. HKPCG katılımcılarına ertesi gün duyurumu yaptım. Biraz sayı sınırlı oldu ama önceki deyimlerimden zaten aldığım biletlere kolayca talipli çıkmıyordu. Ben, Volkan, Nesrin, Yeşim, Mustafa, Aysel Abla, Bülent Abi ve bir gün önceden gelemeyeceğini bildiren arkadaşımızın yerine de Ezgisu geldi ve oyunu birlikte izledik.


Volkan’la 4-5 yıl önce Üsküdar’da çalışırken bazen iş çıkışları, Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi’ne önceden bilet almadan, oyun başlamadan 20 dakika kadar önce gider, protokole ayrılmış en ön sıralarda yer varsa, bilet alır ve son beş dakikada oyuna girerdik. Bu Volkan’ın taktiğiydi. En ön sıradan oyun seyretmek de keyifliydi. Doğancılar Parkı’nın tam karşısında yer alan bu sahne uzun bir süre tadilattaydı. Tadilat sonrası ilk kez gidiyorduk. Tavan yükselmiş, koltuklar yenilenmiş, yeni bir tiyatro salonu olmuştu olmasına ama ne hikmetse eski kafalı ticari sinema işletmecileri gibi biraz daha fazla seyirci alsın diye koltukların arasındaki mesafeyi gene çok dar tutmuşlardı. Siz tam koltuğunuza yerleşmişken, yanınızdaki koltuğa oturmak isteyen başka bir izleyiciye yer vermeniz için ya bedeninizi dikleştirip dizlerinize garip şekiller vermeniz ya da ayağa kalkıp geriye koltuğa yaslanarak geçişi kolaylaştırmanız gerekiyor. Yenilenmiş bir tiyatro salonunda bile bunları yaşadığınız için gene hayret ediyor ve 1 saniye içinde de bunlar ülkemizde olağan şeyler kabul edildiğinden hayret ettiğinize hayret ediyorsunuz.


Oyunun adı Maskelier, yazan Ilan Hatsor, Türkçeye çeviren Nebil Tarhan, yöneten Taner Barlas. Hikaye Filistin’de geçiyor. Maskeliler Ortadoğu’da veya halkları birbirine kırdıran, kardeşi kardeşe düşman eden her coğrafya için geçerli olabilecek iç burkucu bir konuya sahip. Filistinli üç kardeşin hesaplaşmasını canlandıran oyuncular Sedar Orçin, Levent Üzümcü ve Mehmet Gürhan başarılı bir oyunculuk sergiliyorlar. Kendinizi oyuna kaptırmışken, oyunun çabuk bitmesi biraz şaşırtıcı. Ama belki sürenin çok uzun olmaması da iyidir.

Oyun çıkışı bir pastaneye oturup çay, pasta eşliğinde sohbet ederek biraz özlem giderdik. Bir daha ne zaman tiyatroya gideriz bilemiyorum. Ama Burak'ın Kartepe önerisi için anket açtım, gelen yanıtlar doğrultusunda bir şeyler organize edeceğim veya etmeyeceğim.

7 Ocak 2009 Çarşamba

HKPCG – 23 KOSTÜMLÜ YILBAŞI PARTİSİ

2008’in son HKPCGezisinde bu kez kalabalıktık. Yeni yılı 12 kişi birlikte karşıladık. Umarım herkes benim kadar eğlenmiştir, bana göre çok neşeli ve güzel bir yılbaşı gecesi oldu. Gezi duyurusunu yaparken “sadece içeceklerinizi getirin, yiyecekler bizden” demiştim ama sağ olsun arkadaşlar yiyecek de getirmişler böylece tam anlamıyla Herkes Kendi Parasını Çeker Gezisi oldu. Yediğimiz içtiğimiz bizde kalsın, bu geceyi bizimle beraber geçiremeyen arkadaşlara neler yaptığımızı anlatayım:
Bildiğiniz gibi kostümlü bir partiydi. Kostümü olmayan da sokakta giyemeyeceği bir aksesuarla gelsin demiştim. Herkes pek güzeldi: Beyaz yakalı siyah ilkokul önlüklü, pijama üzerine kimonolu, aikido kıyafetli, poşulu, Noel baba şapkalı mı ararsın, çocuk kahramanı çilli kız kostümlü mü, tekini biri ötekini diğerinin giydiği parmaklı çoraplı çiftler mi, sarı parlak antenli tacını kafaya takıp ağır makyaj yapan mı, pofuduk terlikli küçük prenses mi, yoksa Bursa halk oyunları kıyafeti giyip oradan oraya seken mi ararsın, hepsi vardı.

Arada şak şak fotoğraf çekenlere “fotoğraf çekmeyi bırakın, dans edin” deyip duran Nesrin’e hak vermiyor değildik ama birbirimizin görüntülerini dondurmaktan da kendimizi alamıyorduk. Hareketli görüntü alıcıları ise Mustafa ve Volkan’dı. Gecenin sonunda çektiklerimizi seyrederken de epey kahkaha attık. Dans da ettik, halk oyunları da oynadık. Ne güzel ki kimse nazlanmadı. Arada ciddi konuşmalara girmeye çalışanları da susturmayı başardık. Yapacak daha birçok atraksiyon vardı ama gece öyle çabuk geçti ki…

Yeni yıla girmeden birkaç saat önce aramızda hediye çekilişi yaptık. Herkes beraberinde 1 adet hediye getirmişti. İsimlerimizi küçük kağıtlara yazdım, her birini katlayıp, bir bardağa attım. Herkes bir kağıt çekti, kağıtta kimin ismi yazıyorsa, beraberinde getirdiği hediyeyi o kişiye verdi. Böylece herkesin bir yeni yıl hediyesi oldu.

Aldığım Kızma Birader oyununun Ebru’ya çıkmasına çok sevindim, böylelikle bu hediye küçük prenses Ezgi ve o gece bizimle olmayan Ekin’e de gitmiş oldu. Aşkın’ın hediyesi ise o gece ilk kez gördüğümüz arkadaşı Derya’ya çıktı. Volkan’a ise Sibel’in hediyesi Seyahatname çıktı. Hepimizin hediyesi ayrı güzeldi.

Bir Yılbaşı klasiği olan “Tombala” bile vardı gecede. Çoğumuz çocukluğumuzdan beri oynamamıştık. Ebru ve Ezgi önde gibi gözükse de kazanan Mesut Abi oldu. O gece hepimiz kazanmıştık aslında. Yeni yıla güzel girdik, umarım herkes için 2009 iyi bir yıl olur…

NOT: Kınalı Ada Deniz Sefasını (22. Gezi) blog’a eklemedim, üzerinden çok zaman geçti, bu geziyi 2009 yaz başı tekrarlayacağız, o zaman yazarım.