27 Ağustos 2008 Çarşamba

HKPCG - 21 SENE-İ DEVRİYE: LUNAPARK

Her geçen yaz (ve yıllar) bir öncekinden daha hızlı geçiyor. Galiba yaşlanıyoruz...

İşlerimiz önceki yazlara göre biraz daha fazlaydı. Toplu organizasyonlar ve HKPCG duyuruları yapamadım.
Ama tabi ki birkaç arkadaşla birkaç kez, ortak çaba göstererek görüşmeyi başardık. Hatta geçen sonbahar İstanbul’dan İzmit’te taşınan Cananları çok özlediğimden, biraz da onlara emrivaki yaparak bir Cuma günü işten erken çıkıp İzmit’e gitmeyi bile başardım. Kızları Nehir büyümüş, dillenmiş, pek bir tatlı olmuş.

Bu yaz inanmayacaksınız ama şu benim naçizane gezilerim (HKPCG) başlayalı 1 yıl oldu. Şimdiye kadar toplam 21 yere gezi düzenlemişim (bkz. blog’ta sağ sütun, "gezi bazında katılım sayısı").

HKPCG'nin sene-i devriyesini 6 Temmuz 2008 Pazar akşamı ilk gezi yerimiz olan Bostancı Lunapark'ında kutladık. Aslında özel bir kutlama yapmadık, sadece lunaparktaki bazı oyuncaklara bindik, aralarda hoş beş ettik. Özellikle çocuklu arkadaşların bu sefer bize katılacağını düşünmüştüm ama gene olmadı.

Herkesin yazı umarım iyi geçmiştir. Sonbaharda gene müze ve kapalı mekan gezileri için duyurular yapacağım. Görüşmek dileğiyle… Şule

28 Haziran 2008 Cumartesi

HKPCG – 20 Caddebostan’ta Redbull Eğlencesi‏

25 Mayıs 2008'de öğle üzeri 1.Red Bull Flugtag İstanbul için ben, Volkan, Serpil ve Arzu Caddebostan sahilde buluştuk. Mine sonradan bize katıldı, çünkü buluşamadık, çünkü çok kalabalıktı ve hatta buluşamadığımız için ben kalp bile kırdım :(

Hava çok sıcaktı. Redbull'un organizasyonunda uçan makina icat eden ekipler sırayla küçük bir gösterinin ardından denize uzanan platform üzerinden denize uçtular, daha doğrusu düştüler. Bu yarışmanın jürisi platformun karşısında yer alan şehir hatları vapurundaydı. Etrafta da çok sayıda tekne, yelkenli vs. vardı. Denizden gösteriyi seyredenler rahattı.

Yarışmanın sonunu bekleyemedik. Serpil ve Arzu bizden de önce kalabalıktan uzaklaşmıştı. Biz de yanlarına gittik, civarın en esintili yerinde oturup biraz atıştırdık. Kendimizi de yatıştırdık. Sonra dedik ki çok kalabalık yerlerde HKPC gezisi yapmayalım. Yaz hızlı geçiyor. Bu satırları Haziran sonunda yazıyorum. Yeni gezimiz ne zaman bilmiyorum. Sevgiler...

22 Mayıs 2008 Perşembe

HKPCG – 19 Istanbul Modern Gece Ziyareti

18 Mayıs 2008 Pazar akşamı İstanbul Modern’e gittik, ben, ablam ve arkadaşı Zeynep. Müzeler Haftası sebebiyle gece 23:00’e kadar açıktı müze. Sergilere geçmeden güzel manzaralı cafesinde biraz sohbet ve gözlem yapalım dedik. Hemen yanımıza da büyük bir yolcu gemisi demirlemişti. Ortam güzeldi. Satış reyonunda ürün çeşitlemişler. Sergi katalogları, kitaplar ve hediyelik eşyaların adeti ve çeşidi artmış. Enteresan şeyler var. Geçici sergilerin konusu ilginç gelmişti.

Önce Tasarım Kentleri adlı sergiyi gezdik. Bu sergiye fazla beklentili gelmişim, aralarında bildiğimiz önemli tasarımlar yok değildi (birkaç otomobil ve sandalye tasarımı) ama serginin içeriğinden çok serginin düzenlenme tasarımı hoşuma gitti. Kuşkusuz önemli bir sergi ve 10 Ağustos’a kadar da açık.

Kate Moss’un grafik kimliği (Kate Moss’ identity) bile tasarım örneği olarak vardı ve Türkçeye çevirisini de beğendim. Öte yandan gezdiğimiz ikinci sergi “Sessiz Direniş”bana göre çok daha şaşırtıcıydı. 19. Yüzyılın sonunda Rus sanatçıların çektiği ve her biri resim tadında fotoğraflardan oluşuyordu.

Serginin alt başlığı da “Rus Fotoğrafında Resimsellik”ti. Fotoğraf kadar canlı yapılmış resimler insanı etkiler, bu sergide tam tersi, birçoğu suluboya resim gibi duran fotoğrafları çok beğendim. Fotoğrafçılığın daha yeni başladığı yıllarda bu kadar güzel fotoğrafların çekilmesi ve bunların Moskova Fotoğraf Evi Müzesi tarafından korunması takdire şayan bir durumdur.

21 Mart 2008 Cuma

HKPCG – 18 Büyükada ve Mimozalar

9 Mart Pazar günü Bostancı Adalar İskelesinde buluştuk (Serpil, Arzu, ben Volkan ve Ezgisu), vapurun kalkmasına epey vakit vardı, yan tarafta çay-simitle kahvaltımızı yaptık. Simitlerimiz göründüğü kadar güzel değildi, kalan parçaları vapurda martılara atarız dedik, öyle de yaptık. Ben daha iskeleye gelmeden yol üstünde bir mimoza ağacı görmüş ve fotoğrafını çekmiştim bile. Ne olur ne olmaz dedim, adada mimoza falan görmeyiz garantiye alalım.

Bundan 4-5 sene evvel gene mimoza zamanı Nesrin'le adaya gitmiştik. Tüm ada gezileri gibi çok güzeldi, birlikte iyi vakit geçirmiştik geçirmesine ama üzerinde çiçeği olan bir mimoza ağacına denk gelememiş, dönüşte iskelede satılan mimozalardan satın almıştık. Büyük olasılıkla mimoza zamanının sonlarıydı ve satış amacıyla tüm mimozalar dalından koparılmıştı.

Ama bu kez öyle olmadı, mimozaları dalında gördük. Ne yazık ki gene büyük bir mimoza yoluşu ve satışı vardı. Kolunu kırdığı halde geziden kendini mahrum etmeyen Serpil'e küçük bir kız küçük bir mimoza demeti hediye etmek istedi. Elbette Serpil bu hediyeyi parasız kabul etmedi. Arkadaki yaşdaşları bu girişimci kızdan örnek almışlardır eminim. Mimozaya arz ve talep fazlaydı. Önceden olsa ben de birkaç sap çiçek yolardım ama bu sefer dalında görmek bana çok daha iyi geldi. Ama yerde bulduğum küçük bir mimozayı kulağımın arkasına sıkıştırıp fotoğrafımı çekmeyi de ihmal etmedim.

Büyükada'ya ayak basan hemen herkes fayton ve bisikletlerle Aya Yorgi Kilise ve Manastırı'na gidiyordu, orasının çok kalabalık olacağını düşünüp Dil Burnu'na kadar yürüyüp geri dönmeye karar verdik. Mine'de Dil Burnu'nda bize katıldı. Böylece ada ekibi tamamlandı. Büyükada meydanına geri döndüğümüzde akşam üzeri olmuştu bile ve kurt gibi acıkmıştık. Her lokanta doluydu, denize yakın masa bulmak imkansızdı.

Sonunda 2. oturduğumuz yerde karar kıldık ve balıklarımız gelene kadar masamızdaki zeytinyağını tabaklarımıza döküp ekmeklerimizi bandıra bandıra yiyerek açlığımızı yatıştırdık. Aslında ben dahil birkaçımız yatıştırmaktan öteye gitti, epey karnını doyurdu. Balıklarımız da güzeldi. İstanbul'a dönüş kalabalık olacağı için daha fazla oyalanmadan motora atlayıp Bostancı'ya geçtik. Tabi bu gezi bir seferlik değil, diğer mevsimlerde de adaların güzelliklerini birlikte yaşayacağız.

5 Mart 2008 Çarşamba

HKPCG – 17 Peyzaj ve Süs Bitkileri Fuarı

Geçen Cumartesi biraz limoniydim. Ufak bir soğuk algılığı ve nezle. Bu yüzden öncesinde HKPCG’nin birkaç müdavimine Peyzaj Fuarına geliyor musunuz diye hiç sormadım bile.


Kendim bile gideceğimden emin değildim. Volkan sabahtan bir karşıya geçme teşebbüsünde bulunmuş ama trafik yüzünden eve geri dönmüştü ve benim fuar gezime gelemeyeceğini söyledi. Ben ise burnumu çeke çeke “bu fuara gideceğim” dedim.

Yeni taşındığımız yerden çeşitli yönlere günün ve haftanın çeşitli saatlerinde ne kadar zamanda bir yerden bir yere ulaşılır tam kestiremiyorum, hoş artık İstanbul’un neresinde ne zaman trafik açık olur o da pek bilinemiyor. Sözü uzatmayalım saat 14:00’da bindim Taksim otobüsüne, 45 dak. sonra indim Harbiye’de 10 dak. yürüyüşle vardım, Lütfü Kırdar Fuar alanına. Şansım yaver gitmişti ama fuarda tek başımaydım. Bu sefer de böyle olsun dedim. Her zaman tek başına güzel bir yeri gezmeyi sevmişimdir. Burası da hayli güzeldi.

Fuar aslında benim gibi bireysel meraklılara yönelik değildi ama gene sanki ben alıcıymışım gibi fuarda koca saksılarda bulunan birkaç mimoza ve manolya ağacının fiyatını sormaktan geri kalmadım. Evdeki 3-5 çiçeğim için sulu gübre ile çeşitli çiçek tohumlarından aldım. Tohumları bu ay içinde ekeceğim Hazirana kadar çiçekler açmış olacak (umarım).

Alafranga’nın Kızıltoprak’taki yeni ofisine yakın Patika adlı seramik atölyesinin de fuarda standı vardı. Atölyenin işletmecisi iki hanım yaptıkları saksı ve bahçe süslerini sergiliyorlardı. Onlarla kısa bir sohbetten sonra fuarı bir kere daha turlayıp son birkaç fotoğrafımı da çekip dışarı çıktım.

O gün hava temiz ve güzeldi, en iyisi Taksim’e yürüyüp yeniden otobüse bineyim dedim. Bu sefer de şansım yaver gitti, otobüs kalkmak üzereyken bindim ve arkadaki tek boş koltuğa oturdum. Fuarda ücretsiz verdikleri Tema Vakfı'nın “bağbahçe” adlı dergisine bakarken yanımdaki yaşlıca bey “ziraatçı mısınız, hevesli misiniz?” diye sordu. “Hevesliyim” dedim ve sohbet başladı.


Meğer bu bey emekli ziraat mühendisiymiş, Erenköy’deki Tema Vakfı’nın gönüllüleri arasındaymış, o gün de vakfın gönüllüleriyle tiyatroya gelmişler, oradan dönüyormuş. Yol boyunca ziraattan, gübre ve sulamadan, kooperatifçilikten, İsrail’deki tarımdan, Bursa, Kumla’daki yazlığından, Türkiye’de tarımın durumundan ve daha pek çok şeyden konuştuk. Böyle rastlantı ve sohbetler insana ne kadar iyi geliyor. Kafam ağırlaşmış ve hafif hasta olarak evden çıkmıştım, kafam gene ağırdı ama kendi başıma güzel bir öğleden sonra geçirmiş olarak eve döndüm.

22 Şubat 2008 Cuma

HKPCG– 16 GERÇEK EV PARTİSİ

17 Şubatta, karın çok yağdığı günlerden birinde yeni taşındığımız evdeki partiye tam tamına 5 kişi geldi (Aşkın, Mine, Murat, Nesrin, Sibel) Volkan ve benimle birlikte ettik 7. Böyle bir karlı gün için gayet iyi bir sayıydı. İşin aslı taşınalı beri doğru dürüst haber ve hava durumu seyretmediğim için sonradan, seçtiğim tarihin yanlış olduğunun farkına vardım ama elden ne gelir, duruyu yapmıştım. Elbette tüm arkadaşlarımı her zaman bize beklerim, böyle sadece HKPCG kapsamında değil ev gezmeleri…


O gün ne mi yaptık? Bol sohbet, müzik, yemek ve içmek dışında dans da isterdim, olmadı gene. Ama Aşkın’dan hoş bir öneri geldi: “bir dahaki buluşmamızda 70’lerin kıyafetlerinden giyelim ve Bostancı sahilde yürüyelim” dedi. Gülüştük tabi ama bence de güzel fikir, havalar ısınsın başka gelen olmazsa da ben varım bu kostümlü yürüyüşe…



O akşam Sibel’in getirdiği CD’lerden “bilin bakalım, bu neyin müziğiydi” yarışmasına da iştirak etmeye çalıştık. Sibel’in ilk sorusunu 9 sn. içinde Kaptan Onedin diye bilen Murat’tı. Yarışma çok tutmadı, çünkü bilemedik. Herkes gevezeydi, yeni gevezeliklerde buluşmak üzere…

13 Şubat 2008 Çarşamba

HKPCG - 15: TİYATRO (Çok Yaşa Komedi)


Yeni yılın ilk gezisinde, karlı bir akşam Cevahir Alışveriş Merkezi içinde yer alan Şişli Cevahir Sahnesi’nde Anton Çehov’un Çok Yaşa Komedi adlı oyununu izledik (ben, Volkan, Nesrin, Mine, Mustafa, Yesim, Aysel Abla ve iki arkadasi). Sanırım herkes oyunu beğendi.

Oyunu Işıl Kasapoğlu yönetmiş. Çok Yaşa Komedi üç bölümden oluşuyor: "Bir Evlenme Teklifi", "Tütünün Zararları" ve "Ayı". Aslında bir dördüncü bölüm de varmış ama onu sahnelemiyorlar. Tüm oyuncular (Zeynep Erkekli, Galip Erdal ve Zafer Algöz) çok başarılıydı. Zafer Algöz’ü ilk gençliğimde Bursa Devlet Tiyatrosu’ndan biliyorum. “Ayı” adlı son bölümdeki performansına çok güldüm. Zeynep Erkekli de o büyük cüssesiyle, esnekliği ve hareketliliğiyle çok etkileyiciydi ve elbette komikti. Dekor belki daha iyi olabilirdi ama ışık güzeldi.


Oldum olası Rus edebiyatını severim. Geçen bayram Bulgakov’un Son Günler-Puşkin adlı oyununu okumuştum, birkaç hafta sonrasında da Çehov’un Çok Yaşa Komedisi’ni seyretmek bana iyi geldi. Rus edebiyatına ait okuduğum veya seyrettiğim eserlerde iki şeyi çok severim. Birincisi Katerina Anna İvanovna, Vasiliy İvanoviç Kuleşov gibi eğlenceli, uzun isimler vardır. İkincisi yerel gibi gözüken konularda, çeşitli dedikodularla bezenen sınıfsal yaşam hikayelerinde aslında tamamen evrensel bir insanlık hali anlatılır. Bu hususta görüş bildirmek ve paylaşmak isteyen arkadaşlarımla konuşmayı arzu ederim.