Harika çiçekler, oldum olası sevmişimdir. Ama ilk kez geçen sene mimoza dallarının nereseyse hepsinin yolunduğunu ve adaya dışarıdan gelenlere satmak için can hıraş bir şekilde yarışıldığını görmüştüm. Artık mimoza yolmamaya karar verdim. Satın da almıyorum.
Neyse Heybeli’ye gittiğimizde zaten mimozalar da bitmişti. İncilay bizi iskelede karşıladı. Kapıdan onun evine uğradık, suyumuzu şekerimizi kontrol edip Ruhban Okulu’na doğru yürüyüşe geçtik. Bayır yukarı çıktıkça ısınmaya başladık.
Mine, Yeliz, Volkan ve ben İncilay’ın gösterdiği yabani kuşkonmazları da toplaya toplaya aheste gülbeste yukarı doğru yürüyorduk. Kendine aldığı yeni süper fotoğraf makinesiyle Mine daha sakin daha yavaş harika fotoğraflar çekerken ben bizim ufak dijitalle uçanı kaçanı çekmeye devam ediyordum. Aralarda Mine gözden kayboluyordu. Daha doğrusu fotoğraf çekerken geride kalıyordu. Sohbet ede ede Ruhban Okulu'na vardık. Tabi kapısı kapalıydı.
Ruhban Okulu’na önceden randevu alınarak girilip gezilebiliyormuş. Ama müthiş kütüphanesine giriş için farklı yerden daha özel bir izin almak gerekiyormuş. Bir ara bu konuyu araştırıp okulu gezeriz diye düşündük. İncilay okulun çevresinde bir tur atmayı önerdi.
Her taraf o kadar yeşil, o kadar taze ve güzeldi ki insanın zaten hemen aşağı inesi yoktu. Okulun çevresini gezerken birden ne görelim tırtıl dizisi. Tek tek saydım tam 49 tırtıl tren gibi dizilmişler, gidiyorlar. Bu bir çam tırtılıymış ve böyle içgüdüsel olarak birbirinin peşine takılır gezermiş. Volkan böyle bir tırtıl dizisini çocukluğundan beri görmediğini söyledi, ben ise ilk kez görüyordum. Çok güzeldi. Hepimiz pür dikkat bir süre bunları izledik.